Aklın bilgisi a piori yani bedihi bilgidir. Günümüzde özellikle bilim camiasında bilimden felsefe üretmeye çalışan kimseler a piori bilgiyi bilimsel bilgi olarak kabul etmeyerek aslında tüm bilgileri anlamsız hale getirmeye çalışmaktadırlar diyebiliriz. Bu anlamda modern bilimin, bilime düşman olduğunu bile söyleyebiliriz.
İnsanı kesinlikle sorumlu yapan hatta bizzat varlık şuuruna ulaştıran ve insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli unsur akıl. Bağlamak manasına gelen akıl; zorunlulukların zorunlu, imkansızların ise imkansız olduğunu bilen tabi güç olarak tarif edilir. Buradaki bilme duyusal bilgiyi aşan bir mahiyete sahiptir zira duyusal bilgi hayvanlarda da vardır. Mesela hayvanlar ateşin yakıcılığını sıcaklık duyusuyla bilir ve ondan uzak durmaya çalışır.
Aklın bilgisi a piori yani bedihi bilgidir. Günümüzde özellikle bilim camiasında bilimden felsefe üretmeye çalışan kimseler a piori bilgiyi bilimsel bilgi olarak kabul etmeyerek aslında tüm bilgileri anlamsız hale getirmeye çalışmaktadırlar diyebiliriz. Bu anlamda modern bilimin, bilime düşman olduğunu bile söyleyebiliriz. Her insan, zaman içerisinde var olan varlıkların ve onlara egemen olan yasaların mümkün varlık olduğunu tabi olarak bilir ve bedihi olarak bu mümkün varlıkları var edenin zorunlu varlık olduğuna ulaşır. Herkes gördüğü her şeyin yok olabileceğini bilir. Aslında bizzat insan bile ölecektir ve bir zaman önce de insan yoktu. Mümkün varlıkları zorunlu varlık olarak görmeye çalışmak (bilimsel tezleri kesinlikle zorunlu kanun olarak görmek) aklı dondurup duygularla sübjektif bir kurgudan başka bir şey değildir. Yine her insan, bir şeyin aynı anda hem var hem yok olmayacağını, küçükten büyük çıkmayacağını, parçanın bütünden küçük olduğunu bilir ve aksinin imkansız varlık olacağını da kesinlikle bilir. İlmi yani bilgiyi akli bir temele oturtmadığınız takdirde bilimsel faaliyetler soytarılıktan başka bir şey değildir. Kısaca akli bilgi, kesin bir bilgidir hiçbir insanda bu bilgiden kaçamaz, sadece bu bilgiden deliler kaçar.
Aklın doğal olarak ulaştığı bedihi bilgiyi bilmek farklı bu bilgiyi tasdik etmek farklı bir durum arz eder. Ne demek istiyorum? Bilgi objektif ve kesin bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Lakin bu bilginin tasdik (doğrulanması) kişinin iradesine kalmıştır. 2x2=4 eder bilgisi kesin bir bilgidir lakin bu bilginin doğruluğunu kabul etmek kişi inisiyatifindedir. Herhangi bir bilginin tasdik sürecine geçmesi kolay ve doğal olsa da asla zaruri değildir. Zaruri olsaydı insanların seçme hakkı olmaz, mecburen iman etmek zorunda kalırlardı. Ama ne olursa olsun kesin bilgiyi reddetmek en nihayetinde sahtekârlıktır, iradenin zorlanarak yanlışa teslim olunmasıdır. İnsanların pek çoğu kendisini mutlak olarak bağlayacak, izafiyetten uzak, kesin bilgiyi keyfine göre yaşamak veya sosyal hayatın siyasi ve iktisadi kurallarına uyum sağlamak adına reddeder. Meselenin diğer yönü de şudur: A piori bilgi, ekstra zorlama bir irade gerektirmediğinden kişilerin bir çoğu içlerindeki benlik arzusu ve kibir ile kendine kendi dünyasını inşa etmek için hakikatten bile bile kaçar. Kaçmasının bahaneleri de vardır. Kapalı devre mantık oyunlarıyla dış olgulardan ve hakikatten kaçarak kurgu bir dünya inşa eder. Lakin buradaki inkar; tamamen saf gerçeğin inkarıdır. Bu noktada tahkik bile gerekmez. Elbette tüm varlıkları yaratan zorunlu varlığın akli delillerini derinleştirmek mesela teselsül batıldır, devr batıldır gibi aklın muhkem kaidelerine dayandırmak, alemi tefekkür ederek zaruri varlığın delillerini bilmek, gönüle yerleştirmek hayatın dalgaları arasında unutma zaafına sahip olan insanı dalgaların şiddetine karşı koruyacaktır. Ama ne olursa olsun, aklın zorunlu ve imkansız varlık tasnifine sahip olması doğal sonuçtur. Ateizm veya çeşitli ideolojik akımların insanı aklın yolundan döndürmek için ilk önce aklın fonksiyonları iptal etmesi yani insanı sıradan bir varlığa, çevrenin mahluku seviyesine dönüştürmesi elzem. Devletin çocuklarımıza zorunlu eğitim altında güya bir şeyler öğretmesinin temelinde insanın devlete ve devleti yönetenlere karşı aşağılık kompleksine girmesine zemin hazırlamak içindir. Eğitimle boyun eğmeyen insanlara hapishane yolu her zaman açıktır. Halbuki akıllı olan her insan; zorunlu varlıktan gelmeyen "zorunlu" kanunları, bu kanunlara dayanan devleti reddeder. Zira akıllı varlık olan insan, mümkün varlıklar içerisinde akli zorunlu varlık kabul etmez, edemez; ettiği an artık akıllı varlık değildir.
Aklın hükümlerini reddeden insanlar, duyusal zorunluluklar icat etmek zorundadır. Esasen duyusal ihtiyaçlarda zorunluluk hissetmemize neden olacak potansiyeldir. Sadece duyusal değil mantiki tutarlılığı olan akıldan yoksun zorunluluklar bile gündeme girer. Bu noktadan sonra artık her şey mümkün, her şey imkansız; her şey hem zorunlu hem de aynı anda imkansız gözükmeye başlar. Bütün saplantıların, ruhi bunalımların, yanlış değerlendirmelerin arka planında aklın hükümlerini reddetmek bulunur. Artık sizi kesin olarak bağlayan hiçbir şey yoktur ve dahi artık kendinizin bile farkında değilsinizdir ve akıp giden dünyanın içerisinde sabit tutunacak dalınız olmadığından oradan oraya dağılır gidersiniz.
Ateşe dokunduğunuz zaman elinizin yanacağını bilirsiniz. Bu bilgiyi inkar etmek hangi gerekçeyle olursa olsun akli ve vicdani olarak sapıklaştığınız anlamına gelir. Çünkü ateş, frekanslarıyla oynanmadığı sürece insanı yakar ve insanda bu yakmasını derin bir şekilde hisseder. Aynı bunun gibi aklın tabi olarak ulaştığı zaruri, mümkün ve imkansız varlık kategorilerini inkar etmek yani akli kaideleri tanımamak sapıklıktır ve bu sapıklığın genel tezahürü mümkünler içerisinde zorunluluklar icat etmek yani putperestliktir. Misal olarak yeryüzündeki ideolojiler, mümkünlerin içerisinde kurgu gerçek olma iddiasıyla adeta zorunlu varlık gibi işlem görmek isterler. Sosyalizm, milliyetçilik, kapitalizm, feminizm gibi ideolojilere mensup olan insanlar, mümkün alem içerisinde değişmeyeceğini zannettikleri ve çok zaman mümkünlerin bile doğasına aykırı kanunları zorunlu varlık gibi görerek saplantılı bir kişiliğe bürünürler. Bir kere bu ideolojileri kabul ettiğiniz an, artık yapamayacağınız çılgınlık yoktur çünkü artık aklınız yoktur. 2 Dünya savaşında 80 milyon insanın ölmesi ve milyonlarca insanın da ideolojik kadrolara itiraz etmemesinin sebebi aklın tabi ilkelerini terk etmelerine dayanır.
Tasavvurun (ilmin) tasdiki yani iman; aklın doğal olarak ulaştığı neticelere “doğru” hükmünü vermekten başka bir şey değil. Tasavvur ile tasdik arasında herhangi bir menfaat veya korku duygusu bulunmaz, bulunmamalıdır. Korktuğunuz (cehennem için) veya menfaatiniz için (cennet için) iman etmek objektif kriterlere dayanmaz. Farz-ı muhal tasavvurları tasdik eden kimseye cehennem, inkarcıya da cennet vaat edilseydi bile dürüst insan, yine de tasavvurları tasdik ederdi. Bu sebeple tasavvurları tasdik eden kimse doğruyu reddeceğine ateşe girmeyi bile tercih eder. Asla tasdiksiz yaşamaya razı olmaz. Zira doğruyu yalanlamak, yalan bir hayata razı olmak demektir ki yalanlar içerisinde yaşamanın da pek bir anlamı yoktur. Aklın kaidelerine dayanmandan geçen bir hayat, anlamsız, şuurruz bir hayatın ötesinde tamamen yalan bir hayattır ki zaten ölümle bu yalanlar bitecektir. Oysa akli kaideler, geçmişte aynı idi, şimdi de aynıdır ve ölümden sonra da aynı kalmaya devam edecektir.
İman kelimesini birçok kimse gönlün yönlendiği bir hal olarak anlamakta ve yanlış anlamakta. Çünkü iman gönlün yönlendiği bir hal olmaktan öte bilginin tasdikinden başka bir şey değildir. Öyle olmasaydı insanları imanlılar veya imansızlar şeklinde tasnif etmenin hiçbir anlamı olmazdı ve inanılacak herşey sübjektif bir değer (değersizlik) ifade ederdi. Bu sebeple olsa gerek günümüzde inanılan şeylerin bir değerinin olmadığı aksine eylemin kıymetli olduğu tezleri yaygınlaşmaktadır. Halbuki iman, tasavvurların tasdiki ise iman etmeyenler eylemsel olarak da inatçı ve inkarcı olarak tarif edilmelidir. İman etmek derken insandan beklenen hayali veya kurgusal varlıklara inanmak değil tasavvur ettiği yani bildiği şeyleri doğrulamasıdır. Tek istenen budur ve meseleye bu açıdan yaklaşacak olursak iman etmek doğal bir durumdan fazlası değildir. Dikkat edin burada değerlendirme veya kıyas kelimesini kullanmadım direk olarak iman kelimesini kullandım. Öyleyse iman edilecek husus kesin bilgidir ki üzerinde hiçbir tartışma ve şüphe olmamalıdır. Bu noktada fikir özgürlüğü vs laflarıyla ortalığı bulandırmaya gerek yok. Zira kesin bilginin tartışılması fikir özgürlüğü değil aklı yok eden gevezeliktir.
Sözün burasında akli bilgilerin kesin olmadığı veya olamayacağı dolaysıyla akli bilginin tasdike iletmesinin izafi olduğu iddiasını “ihtiyar” teorisine dayandıran Elmalı Hamdi Yazır’ın iddialarına değinelim.
İhtiyar teorisi kısaca şudur: “Allah, kendisine herhangi bir mecburiyetin dokunmadığı bir varlıktır ve mutlak yaratıcıdır. O’na herhangi bir zorunluluk isnat edilemeyeceğine göre bizim akılla ulaştığımız doğrulardan oluşan bilgiyi yaratmak zorunda değildir. Zorunda olmadığı sürece de akli bilgiye zorunlu kesin bilgi diyemeyiz.” Oysa bizler tabi olarak biliriz ki Allah alimdir yani ilim sahibidir. İlim ise malumun olduğu hal üzere bilinmesidir. Maluma uygun olmayan bilgi yalan ve cehalettir. Ayrıca bizler Allah’a alim der iken bunu övgü niteliğinde kullanıyoruz. Burada bir soru soralım: Allah’ın bilgisi sadece mümkünlerin bilgisi ile mi sınırlıdır? Yani geçmiş,, gelecek ve şimdiki hal ile mi sınırlı… Elbette değil. Aklı yaratan yani zorunlu ve imkansız varlıkları doğal olarak bilen aklı var eden Allah’ın zaruri bilgileri bilmemesi mümkün müdür? Dolaysıyla ilmin bilginin kendi başına objektif bir değeri vardır. Akli bilginin kesinliği bizim katımızda kesin olduğu gibi Allah katında da kesindir ve zaruri bilginin yok edilmesi, çarpıtılması mümkün değildir. Akli bilgi veya aklın ulaştığı bilgi de bizim ile Allah arasında veya Allah’ı bilmemiz açısından kesinlik arz etmese idi bu sefer, bilgi olarak hiçbir değeri olmazdı. Allah isteseydi bizi yaratmazdı ve bizim bilgi edinmemizi zaten sağlamazdı. Ayrıca istese idi bize akılda vermezdi. Madem verdi aklın yapısına baktığımız zaman aklın hükümlerinin kesinlik içerdiğini açıkça görüyoruz. Eğer aklın bilgisi kesin değilse ortada akıl denilen herhangi bir şeyden bahsedemeyiz. Mesela bizim yanımızda 2x2=4 eder, bu durum Allah katında da, gelecekte de yerde de gökte değişmez. Kaldı ki Allah isteseydi kullarının tamamını kendisine iman etmeye mecbur kılardı. Aklın kaideleri Allah’a iman noktasında objektif kriterler sunmaktadır ve adeta şöyle denilmektedir: “Kulum, seni yaratan var mı yok mu bir bak. Aklınla değerlendir. Aklın sana ne diyorsa o yola git.” Dolaysıyla aklın hükümleri, Allah’ın ihtiyari tercihine bırakılmıştır argümanı aslında Allah’a imanın bile kesinliğini yok etmekte, ilmin değerini iptal etmektedir. Elmalı Hamdi Yazır kendince Allah’ı övdüğünü zannetmektedir ama akli bilginin dışına çıkan bir ilah anlayışı sadece ve sadece sahtekar bir Allah inancını devreye sokar. Kaldı ki aklın fonksiyonu zarurileri ve imkansızları tabi olarak bilmesidir. Eğer aklın bilgisi tercihlere bağlı ise aslında insana akıl da verilmemiş sayılır. Kısaca teori nereden baksanız tutarsızdır.
Comments