top of page

Gülseren Budayıcıoğlu'nun Aşka Çarpık Bakışı

Aşkı bilinçdışı faktörlere emanet etmek, sevgi bahanesiyle her türlü çılgınlığa da kapı aralamak olur. "Ya benimsin, ya kara toprağınsın" diyen kişi âşık değil, psikopattır. Âşık, aşkı için her türlü fedakârlığa hazırdır. Ve aşk, kişinin elinde olan bir değer değildir. Kişi ya ruhani olan aşkın kıymetini bilir ve yeryüzüne taşırken hukuka uyar veya aşkın kıymetini bilmez; flört ve zina ile onu kirletir ve nihayet yok eder. Gülseren Hanım, "Leyla ile Mecnun'u" anlayamaz. "Mutlu olun kuzum" der geçerdi herhalde...


Akıl En Büyük Peygamberdir
Gülseren Budayıcıoğlu'nun Aşka Çarpık Bakışı

Psikolog Gülseren Budayıcıoğlu’na göre aşk, kişinin dünyada daha önce yaşamış olduğu yaşantısı ve tecrübelerinin bilinçaltına atılması sonucu biriken hafızasının karşı cinse duyduğu sevgi hali. Yani karşı cinsten birisini seviyorsanız bu kişi sizin yaşadığınız hadiseleri aşağı yukarı yaşayan bir kimsedir. Herkes doğar ve öldüğüne herkesi sevmeniz ve âşık olmanız mümkün. Aslında Gülseren Hanım hiçbir şey söylemiyor. Ayrıca burada “bilinçaltı” kavramının psikologlar tarafından bilmedikleri şeyleri ona yükledikleri kavramdan öte bir şey olmadığını da söylemek zorundayım. Ve buradaki tarifsizlik, tarifsizlik olmasına rağmen fazlasıyla matematiksel bir kalıba hasredilmiş durumda. İki açıdan aşka bakış açısının çarpıklığı üzerine duralım.

Gülseren Hanım, aşk tanımında aklı yine devre dışı bırakıyor. Hâlbuki aşk, sadece duyusal bir bağ değildir. Hatta akıl olmadan kişinin gerçek manasıyla karşı cinsi sevmesi mümkün değildir. Sadece duyguların egemenliği öncelikle kişiyi narsist yapacaktır. Dikkat ederseniz “piyasa aşklarının” çoğunda âşık, narsist bir kişiliğe sahiptir, adeta kibir abidesidir. İnsandaki “benlik” duygusu akıl tarafından tespit ve kontrol edilmezse kişi kısmen geri çekilmeyi göze almaz ve sevgideki ana unsur olan “verme, fedakârlık ve merhamet” gibi hususları göz ardı ederse aslında hiç kimseyi sevemez. Sadece kendisini sever. Aslında aşk, asla kişiliği zedelemez… Aksine kişinin, şahsiyetine katkı sunar. Ama narsistler, bencil olduklarından kimseyi sevemezler.

Aşka bakışta aklın devre dışı bırakılmasının ters yönlü yan etkilerinden birisi de kişi narsist olmasa da bu sefer aşkına tapar hale gelebilir. Çünkü kişi aklını kullanmaz ve zorunlu ve imkânsız varlık tasniflerini göz ardı ederse bu sefer ister istemez saplantılı bir kişiliğe sahip olacaktır. Erkek içinde saplantısını tatmin edecek en önemli varlık ise dişi (kadın) figürüdür. Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyrulur:


“Onlar, O'nu bırakıp da (bir takım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.” (Nisa Suresi: 117)


Burada ilk bakışta dişiye bir yüceltme varmış gibi görünse de akılsız varlıklar taptıklarına kendileri egemen olmak isterler. Bu konuda en kullanışlı obje kadındır. AK Partinin güya kadınları yücelten kanunlar çıkarmasının nedeni onlarında diğer putperestler gibi şeytana ve dişiye tapmasıdır ama bu tapma kadını yüceltmemiş aksine Türkiye’nin aile yapısını darmadağın etmiştir.


Öyleyse şu mutabakata varalım. Âşık olmak için akıllı olmak şarttır. Akıllı olmayan insanlar, ya kibir abidesi olurlar veya aşklarına tapan bir psikopat. Akıl, zorunlukların zorunlu, imkânsızların ise imkânsız olduğunu bilen tabi güçtür. Var olan varlıklar ikiye ayrılır. Varlığı başkasına muhtaç olanlar (mümkün varlık), varlığı kendinden olan (zorunlu varlık.) İmkânsız varlık ise zaten yoktur ve olamaz. Mesela bir şey aynı anda hem var hem de yok olmaz. Sonradan yaratıldığını bilen, ölümlü olduğunu bilen ve sonsuza kadar var olacağını idrak eden bir kimse ancak âşık olabilir ve onun aşkı narsisizmden ve saplantıdan uzaktır.


İkincisi: Aşk, geçmiş yaşantıları birbirine benzeyen insanların tavrı olarak ifade edilemez. Öyle olsa idi zaten her insan, doğmakta ve ölmektedir. İnsanların üzüldükleri şeyler aşağı yukarı aynıdır. Sevindikleri şeyler de öyle. Böyle bir bakış açısı aşkı, sıradanlaştırmaktadır. Hâlbuki aşkın bir çarpma hali olduğu ve ruhların anlık uyumunun bir neticesi olduğunu yaşayanlar bilmektedir. Evet, aşkın geçmiş ile bir bağı vardır ama bu geçmişi olağanüstü bir hal olan aşkı tarif etmeye yeltenmek aşkı sıradanlaştırmaktır.


Peygamberimiz (sav) birbirini sevenler hususunda şöyle buyurur: "Ruhlar, toplanmış cemaatler gibidir. Onlardan birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar." (Buhari) Gerçek aşk, madde âleminin üstündedir. Ve narinlik ve derli toplu olmayı gerektirir.


Esasen insanlar, yalnız yaşamak istemezler. Yalnızlık duygusu, cehennemi bir azaptır. Sadece duyguların konuştuğu ve aklın bir kenara itildiği, bilinç dışı gibi faktöre havale edeceksek aşkı... Salt cinsellik, içki, uyuşturucu, eşcinsel sapık ilişkileri de aşk tanımı içerisine almamız lazımdı. Tüm bu unsurlar sadece insanın yalnızlıktan kaçması ve kendinden kaçışını ifade eder. Hâlbuki aşk yüce bir duygudur. Evet, aşkta sonuna kadar cinsel ilişki mevcuttur. Hatta cinsel ilişki, ruhları kaynaşan iki ayrı cinsin aşkını da perçinler. Cinsel ilişki olmayan aşk, zamanla törpülenir, söner hatta ruha eziyet vermeye başlar. Lakin aşk, ruhani bir duygudur ve bu ruhani duygunun ayakta kalması için aşkın hukuki kimliğe bürünmesi flört ve zina gibi unsurlarla kirlenmemesi şart. Hukuki şahsiyeti olmayan aşk, sadece yalnızlıktan kaçmak olur. Uyuşturucu gibi, içki gibi... Bayağılaşır, çürür ve nihayet söner gider.


Aşkı bilinçdışı faktörlere emanet etmek, sevgi bahanesiyle her türlü çılgınlığa da kapı aralamak olur. "Ya benimsin, ya kara toprağınsın" diyen kişi âşık değil, psikopattır. Âşık, aşkı için her türlü fedakârlığa hazırdır. Ve aşk, kişinin elinde olan bir değer değildir. Kişi ya ruhani olan aşkın kıymetini bilir ve yeryüzüne taşırken hukuka uyar veya aşkın kıymetini bilmez; flört ve zina ile onu kirletir ve nihayet yok eder. Gülseren Hanım, "Leyla ile Mecnun'u" anlayamaz. "Mutlu olun kuzum" der geçerdi herhalde...

bottom of page