Felsefesi Olmayan Devlet: Rusya
- okukitap.net
- 23 Eyl 2023
- 9 dakikada okunur
Bugün Rusya’da ideoloji bulunmadığı için Putin, kişi kültü üzerine ülkesini yönetmek zorunda idi. Adeta her haliyle Nemrud gibi “ben de öldürür ve diriltirim” demek zorunda hissetmiştir. Çeçenistan’ın Devlet Başkanı Kadirov, “Neden, petrol sahalarını Rusya’ya verdiniz” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Bana petrol ne gerek, bana sıcak para lazım.” Kadirov’a, Putin ile ilişkileri sorulduğu zaman “Putin benim ilahım” cevabını veriyor. Bu cevap sadece Kadirov’a has değil tüm Rusya kişi kültü etrafında örgütleniyor.

Dünya medeniyet tarihinde medeniyetler arası kültürel ve sosyal alışveriş her daim olduğu gibi medeniyetler arası rekabet hatta savaşta gerçekleşmiştir. İçinde bulunduğumuz dönemde önce Soğuk Savaş ile Sosyalist ülkeler medeniyetler rekabetinden çekilmiş daha sonra da postmodern dönemde Batı dünyası medeniyet alanından çekilme sürecine girmiştir. Hippilik ve değersizlik genel bir kabul hale gelmiştir. Daha yakın bir dönemde Irak ve Afganistan’ı “demokrasi” götürmek bahanesiyle işgal eden ABD artık hiçbir yere demokrasi ve özgürlük götürme iddiasında bile bulunmuyor. İçinde bulunduğumuz dönem kaba kuvvetin kaba bir şekilde sergilenmesinden başka bir görüntüsü olmayan bir vasatta. İnsanların artık ahlak, erdem, hak gibi kavramlara değer vermediği bir durumda yaygın ve tehlikeli bir anarşi durumu söz konusu olabilir ve insanların kurmuş olduğu tüm kavram ve kurumların bir anda içe çökmesine vesile olabilir.
Birçok siyaset bilimciye göre Ukrayna olmazsa Rusya koca bir Alaska’dan başka bir şey değildir. Aynı kavme ait olmasına rağmen Ukrayna ile Rusya arasındaki derin husumet, Ukrayna ile Rusya’nın arasını asla birleştiremez. Daha dün Stalin döneminde Ukrayna halkının ürettiği tahıl ürünleri zorla ellerinden alınmış sanayi hamlesi için yok pahasına ihraç edilmiş ve Ukrayna halkı açlıkla imtihan edilmiştir. Tam 22 milyon insanın açlıktan öldüğü düşünülüyor. Putin, tarihsel gerçekliği görmeden Ukrayna’yı işgal etmeye çalışınca sandığından fazla bir tepki ile karşılaştı. Çünkü Ukrayna halkı teslim olmaya niyetli değildi.
İnsanın anlam arayışının en yoğun yaşandığı memleketlerin başında tarih boyunca Rusya gelmiştir. Kıvrananların, anlam arayışını yaşayanların ve çok defa da acıların memleketidir Rusya.
Arayışın en önemli düello merkezi Rus Edebiyatında görülür. Kurgu yerine gerçekler ön plandadır bu edebiyatta. Realiteler merkezdedir; hikayeler bütüncül. Ne yazan eğlence için yazar, ne de okuyan eğlence için okur. Kitap okurken en güzel elbiseleri ile huşu içerisinde okuyanlar yaygındır. Edebiyat onlar için kurtuluşun amacıdır. İktidardan, sıradanlıktan, fakirlikten veya esaretten kurtuluş.
Herkes için ortak soru şu: “Acıların orta yerinde bunalımlardan, kanlı ve kansız devrimlerden, kaostan, yalın zalimlikten insan, insanlar nasıl kurtulacak?” Kalemin kılıçtan keskin olduğunu biliyordu edebiyatçı… Çünkü her kılıç, yazılı ve sözlü bir buyruğu hayata geçirmek için kalkardı. Yazıyla yenidünyalar kurabilirdiniz ve eski dünyayı yıkabilirdiniz. Hatta hiç olmayan bir dünya dahi kurabilirdiniz. Olmayan Dünya… Yani ütopik. Yunanca bir kavram ütopik. U; olmayan, topik; yer kelimesinden birleşir. Bir kere ele kalem alınca da imkansızı bile mümkün görmeye teşne yazarlar, tüm toplumu çalkalamaya adaydı. Bililerdi insanoğlunun inanamayacağı hiçbir şey yoktu. Dalgacı Mahmutların peşindeydi Rus Halkı.
“İşim gücüm budur benim, gökyüzünü boyarım her sabah. Hepiniz uykudayken. Uyanır bakarsınız ki mavi. Deniz yırtılır kimi zaman, bilmezsiniz kim diker; ben dikerim. Dalga geçerim kimi zaman da, o da benim vazifem. Bir baş düşünürüm başımda, bir mide düşünürüm midemde, bir ayak düşünürüm ayağımda, ne halt edeceğimi bilemem.” (Orhan Veli)
Ayaklar baş, başlar ayak olabilirdi edebiyatla. Ve oldu da. Rusya asla istikrarın sağlanamadığı soğuk çöl oldu her daim. Ama paradokslar da burada başlıyor. Onca devrim, savaş, çalkantı hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Bu yüzden sancı da bitmiyordu. Değişen sadece isimlerdi. Stalin olmasaydı, başka bir Stalin çıkmaz mıydı? Doğrusu bir sınır da yoktu. “Suç ve Ceza” romanının yazarı Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, iyi ve kötü kavramını vicdanlara havale ediyor ve vicdan yönetim kademesinde farklı, sıradan insanın yanında ayrı çalıştığı için bir türlü “ortak iyi ve kötü” kavramında buluşulamıyordu. Dostoyevski, felsefe disiplinleri içerisinde “varoluşçu” olarak tanınıyordu ve bu felsefenin doğal sonucu olarak zaten iyi, kötü ve vicdan kavramı kişiden kişiye değişiyordu. Bu yüzden edebiyatçı da Rus Halkının derdine derman olamadı. Aksine bunalımlar, sıkıntılar, kanlı ve kansız devrimler, savaşlar, açlık, zulümler azalmıyordu.
Rus Aydını ve edebiyatçısı iki gruptan oluşuyordu. Bu gruplardan çoğunluğu oluşturanlar umudunu tüketmiş, ateist, deist, nihilist ve dinsizdi. Haliyle tek çağrıları vardı: “Özgürlük.” Hiçbir kural tanımadan özgürlük. Geminin batma tehlikesine aldırmadan özgürlük.
İkinci sınıf: Bunlar kurtuluşu sadece öte dünyada arayan dindar. Onlarda Rusya’dan umudunu kesenler. Hayatı durdurma niyetindeler. Dünyaya hitap edecek bir paradigmadan ve kurallar dizisinde uzaklar. Akli kaideleri tanımamakla övünürler. İmkânsızı mümkün, mümkünü zorunlu, zorunluyu saçma bulabilirlerdi. Binlerce saçma sapan inanç arenası… Tırnak kesme kaidelerinden sınıflara ayrılıp birbirlerini bile yok edebilecek seviyeye gelen kat’i düşmanlıklar. Karışıklar: İsa (as) Allah’ın oğlu mu değil mi tartışmaları…. Bir üç nasıl ediyor nakaratları. Netice de Rusya’daki din, dünyadan el etek geçenlerin sığınağı oldu. Rusya’nın derdine din de derman olmadı.
Bunalımlarına âşık olanların memleketi oldu Rusya. Nihilist kendi mağarasında… Dindar Kilisesinde. Kimse dışarı çıkmadı ve meydan her daim “devrim” diye meydanı inletenlere kaldı.
Rusya’yı Sovyetlere dönüştüren Bolşevik Devrimi aslında bilimi din edinen kimselerin devrimi. Aydınlanma Felsefesinin sol ayağını oluşturan Bolşevik Devrimi, her devrim gibi “özgürlük ve eşitlik” nakaratlarını dile getirdi. Ekonomik açıdan komünist olduğunu iddia ediyordu ama sosyal ve ahlaki açıdan ise tam anlamıyla liberal bir sistemi ortaya koydu. Zira bütün dinleri birleştirmeye çalışan Dünya Kiliseler Birliğinin en büyük destekçileri daima Bolşevikler olmuştur.
Rusya, Bolşevik Devrimiyle birlikte sadece edebiyat değil hayatın bütün alanlarında gerçeklik duygusundan kopmuş ve kurguların peşine düşmüştür. Tarih, ekonomi, sosyal hayat hatta kültürel değerlerin tamamı yazılı bir kurgu idi. Tarihi, yeniden üreten tarihsel materyalizm; ilk insanları ilkel komünal toplum olarak sunarak insanların ideal toplumlarının burada aranması gerektiğini söylemiştir. İlkel toplum ve ideal toplumun bir arada kullanılması da ilginç. İlginç olmasından öte ilkel komünal toplum ideası aslında şehrin sahip olması gereken çok din, çok dil, çok kültür yapısını da içinde eriten bir yapıya sahip. Şehirleri kurak bir çöl gibi algılayan bu felsefeye sahip olan Sovyetler her ne kadar ellerindeki teknolojik aletlerle toprak kazansalar da hem topraklarını koruyamamış hem de işgal ettiği yerlere kan ve göz yaşı götürmek dışında hiçbir şey götürmemiştir.
İdeolojiler genel olarak kurgunun eseridir. Gerçek ve hakikat ile bağlantısının kesilme açısı kadar ilgi çekici ama saçma. İsimler dizisi ama zihinde başlayıp orada bitiyor. Mesela İşçi Sınıfının iktidarı. Böyle bir iktidar hiç olmadı. Olamazdı da zira zaten iktidar olan sınıf atlayacak işçi olmaktan çıkacaktı. Bu yüzden Bolşevik Devrimi; İşçi Sınıfının iktidarı sağlanana kadar iktidarı işçi sınıfı adına partiye vermişti. Bir anlamda bu tez; “İleride iktidar olacak İşçi Sınıfı, şimdiki partiye vekalet vermiştir.” Oysa gelecekten şimdi veya geçmişe vekalet vermek mümkün değildir. Bu mümkün olmama durumunu aslında İran’daki Devrimde de görüyoruz.
1979 yılında kurulan İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk yöneticisi Humeyni’nin bağlı olduğu Şia inancına göre iktidar, kutsal bir makamdır ve kutsal bir makamın yöneticisini de sadece “Tanrı” seçer. Tanrı, 12 imamı seçmiştir ve son imam olan Mehdi gelene kadar dünya kargaşa içerisinde kalmaya mahkumdur. Humeyni bu yönetim krizini aşmak için kendisinin veya İran yöneticilerinin Mehdi’nin vekaleti adına idareyi devraldığını iddia etmiştir. Oysa Mehdi, gelecekse gelecekten geçmişe yani Humeyni’ye vekâlet vermesi mümkün olamaz. Bu konuda herhangi bir delil getirilemez. Bu sebeple Irak’ta yaşayan Şii inançtaki birçok kimse İran Devletini teolojik açıdan meşru görmemektedir.
Hakikat yerine kurguyu esas alan Bolşevik Devrimin sırıttığı en önemli alan mimaride olmuştur. Çünkü güzellik ile kurgu arasında gerçekten de muazzam bir fark vardır. İki ağaç yaprağı arasında sonsuz benzerlik göze çarptığı oranda sonsuz bir ayrılık da söz konusu olur ve bu ayrılık ve benzerlik kavramları güzellik denilen olguyu ortaya çıkarır. İki atom tanesi içinde bu geçerli. Bir yanda atomun içerisine sinmiş bir güzellik diğer yanda iki atom arasındaki ayrılık. Bolşevik Devrimi ise doğadan kopmayı kurgu zannetti. Çirkinlik önce taşa nüfuz etti. Ruhsuz binalar, iki tankın geçebileceği yollar. Çirkinlik her tarafa sirayet etti. Hayat, Güneşle başlamaz yat ve kalk boruları ile devam ederdi Moskova’da.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin son devlet başkanı Gorbaçov, Rusya’nın kurgu üzerine daha fazla ilerlemeyeceğini fark etmişti. Sistem içine çökmüştü. İnsanların nefes almasına izin vermeyen, umutları körelten, yaşama sevincini bitirip insanlara ölümü sevdiren sistemin daha fazla yaşayamayacağını fark eden Gorbaçov, Glasnost (Yenilenme) politikasını devreye sokmaya çalıştı. Zira bir avuç insan dışında ülkede herkes perişandı. Bilim dahi partinin emrindeydi. Basın yoktu ve muhalefet demek zaten ya Sibirya’ya sürgün veya ölüm anlamındaydı. Glasnost ile ülke sınır kapılarını biraz açtığında “özgürlük” ve “eşitlikten” kaçan koca bir insan grubu ülkeden hemen kaçtı. Sovyetler dağıldı ve küresel sermaye ülkenin tamamını kontrol altına aldı. Değişen ve çöken sadece devlet değildi. Toplum da çökmüştü. Doktor kadınlar, Rusya’da yaşayamayıp Türkiye’ye geldiğinde bir kısmı fahişelikle hayatını devam ettirmeye çalıştı. Zengin daha zengin olup oligark makamına geçti, fakirinde zaten adı yoktu.
Gelişen bu vasatta gerek Rusya’daki aydınlar gerekse Rusya’nın rakibi Amerika Birleşik Devletleri, içinde nükleer bir güç olan Rusya’nın yeniden Küresel bir Güç olup olamayacağı tartışmaya başlandı. Lakin bu konuda bir değil üç ayrı problem söz konusu idi.
Birincisi; Yeni Rusya’nın kimliği ne olacaktı? Milliyetçi söylemlerle büyüyen ve dünyaya egemen olan hiçbir güç yoktu ama küresel bir ideoloji üretecek fikri bir güce de sahip değildi Rusya. Çünkü her güç sözde veya özde insanları kuşatma iddiasında olmak zorundadır. Bununla birlikte sözde değil sadece hakikat üzerinde ilerlediği imajını yaymak propagandasını yapmalıdır. Bu yüzden Rusyalılık veya Rus Milliyetçiliği Küresel Güç olmanın önündeki engellerden biri idi. Kaldı ki “Rusyalılık” nedir? Rusyalılığın sınırları nerede başlayıp nerede bitmektedir.
İkincisi: Rusya’nın bir ideolojisi yoktu. Kurguya dayanan bir sistem bile üretememektedir. Bolşevik Devriminden sonra derhal bir ideoloji üretmeliydi ama ideoloji üretecek bir alt yapıya sahip olmadığı gibi bütün dünyada da bu alt yapı artık yoktu. Aydınlanma Felsefesinin ürettiği ve varoluşçuluğun çeşitli dalları olan ideolojiler çağı çoktan kapanmıştı. Hatta birçok kimse “artık felsefe öldü” çığlıkları atıyordu.
Ünlü fizikçi Stephan Hawking bir konferansta "Tanrı'dan sonra felsefe de öldü" diyerek bilimin ortaksızlığını ilan ediyordu ama bilimsel kanıtları bile değerlendirmek için bile bir anlayış, felsefe ve mantık gerekliydi. Zaten bilimsel veriler her insanda farklı sonuçlara sebep olabilir. Bilimsel teorilerden ve kanıtlardan önce insanın hayata bakış tarzı bilimsel sonuçları değerlendirmesinde etken unsurdur.
Hayvanlardan geldiğini söyleyen Hawking’in makineleşmeye verdiği kutsallık bile ilginç. İnsanın kendi eliyle yaptığı şeye özenmesi ve felsefe bitti demesi artık düzen arayışları da bitti demenin ilanı. Çünkü makine olmak (hesap makinesi gibi) varlık sıralamasında daha alt basamak. İnsanın kendi yaptığı makinelere özenmesi ancak aklı bir kenara atarak mümkün. Akıl demiş iken… Tarife bir göz atalım.
Akıl kelime olarak bağlamak anlamında. Aklın konusu ise hiçbir zorlayıcı bir durum olmadan zorunluluğun zorunluluğunu, imkansızların imkansızlığını bilmek anlamında. Akıl bu bilgiden asla ayrılamaz ve bu zorunluluğu bilme noktasında mutlak hakimdir, hakemdir. Çünkü denilmiştir kesinlikle hiçbir şey bilmeyen akıllı bir kimse olamaz. Yine bunun gibi her şeyi bilen akılsız da mümkün olmadığına göre aklın zorunluluk bilgisi tabidir. Burada duracağımız nokta akıl, duyuların bilgisi demek değildir. Duyuların bilgisini hayvanlar hatta deliler de bile mevcuttur. Aklın görevi kesin bilgileri bilmektir. Nazari bilgi veya teorilerin bilgisi akli bilgi yerine geçmez ama teorileri veya bilimsel bilgileri akli bilgi seviyesine çıkartmak aklı iptal eder. Tekrar Rusya’ya dönelim.
Modern çağda bilimin din olduğu iddiası havada kalmış ve bırakın insanlığın bütün problemlerini çözme iddiasını tek bir problemi bile çözememiştir. Netice de Yeni Rusya ideolojik kurgudan bile umutsuzdu.
Üçüncüsü: Rusya sıcak sulara ulaşma imkânını Afganistan’da yenilerek kaybetmişti. Bir umut Ukrayna ve Balkanları ele geçirme hayalinde olan Rusya, Karadeniz’i Rus gölü yapmak için İstanbul’u işgal edebilir ama Türkiye ile çatışan bir Rusya’nın birçok sorunu tetikleyeceği de malum. Sıcak denizlere de ulaşamayan Rusya’nın mevcut ideolojik gerçeklikle Sibirya’nın soğuğuna mahkum ve öleceği zamanı iple çeken bir ülke olması mukadder olur.
Hiçbir değer üretemeyen bütün rejimler, kişi kültü veya kişileri putlaştırma hastalığına yakalanırlar. Mesela Hıristiyanlık Dininin dünya hayatına dair şeriatı bulunmadığından bu açığı kapatmak için din adamlarına /ruhbanlara) kanun çıkartma yetkisi vermiştir. Geçmişte ortaya çıkan Batınilik veya Hasan Sabbah gibilerinin kurduğu örgütlerde de aynı psikolojiyi görmek mümkün. Allah ile konuştuğunu iddia eden, Peygamberi sürekli rüyada gördüğü yalanını fısıldayan lakin “yenidünya” düzeniyle uyum içerisinde olan örgütlerde de kendinden menkul ağabeyler bulunur ve bunların liderleri kainat imamı olarak anılır.
Tarihte kişi fetişizmin veya diktatörlüğünün en kaba şekilde yaşandığı ve egemenlik hakkının bir kişide olduğu düzenin Nemrud’un olduğunu söylemek mümkün. Kur’an-ı Kerim’de mesele şöyle anlatılır:
“Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim ona: “Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür” dediği zaman “Ben de diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrahim: “Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir” deyince o kâfir herif şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Kuran: Bakara; 258)
Nemrud “ben de yaşatırım veya öldürürüm” demekle ne demek istemişti? Rivayetlere göre Nemrud zindandan iki kişi getiriyor ve birisini idam ettirip diğerini serbest bırakıyor ve diyor ki “gördün işte ben de öldürürüm.”
Bugün Rusya’da ideoloji bulunmadığı için Putin, kişi kültü üzerine ülkesini yönetmek zorunda idi. Adeta her haliyle Nemrud gibi “ben de öldürür ve diriltirim” demek zorunda hissetmiştir. Çeçenistan’ın Devlet Başkanı Kadirov, “Neden, petrol sahalarını Rusya’ya verdiniz” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Bana petrol ne gerek, bana sıcak para lazım.” Kadirov’a, Putin ile ilişkileri sorulduğu zaman “Putin benim ilahım” cevabını veriyor. Bu cevap sadece Kadirov’a has değil tüm Rusya kişi kültü etrafında örgütleniyor.
Putin farklı bir yönetici… Avrupa’da bütün devlet başkanları pragmatist ve makyavelisttir ama bunu göstermemek için azami gayret gösterirler. Amaçlarını “değer” adı altında sunmaya gayret ederler. Putin ise bütün çıplaklığı ile meydanda. Bu vasatın Komünizm’den kalma bir materyalist bir inançtan kaynaklanması mümkün. Zira materyalizm için üstün ahlaki ilkelerin yeri yok. Putin’i deniz altında show yaparken bulabileceğiniz gibi akla hayale gelmeyecek etkinliklerde de görebilirsiniz. Rusya bu kaba haliyle bir kere daha kendini dağıtabilir.
Şehir, akraba olmayan insanların bir hukuk çerçevesinde bir araya geldiği mekanları ifade eder. Rusya’nın gerek geçmişi gerekse de şimdiki hali hukuktan mahrum. Geçmişte işçi sınıfı adı altında kaba güçten başka bir şey yoktu şimdi ise kişi putlaştırılmasından başka elde kayda değer bir şey yok. Putin sık sık, “Batı’nın emperyalist ve vahşi olduğunu” iddia ediyor ama Suriye ve Ukrayna’da yaptıkları çok zaman Batı’yı geride bırakabiliyor.
Moskova’ya felsefesini yaptığımız manada şehir diyebilir miyiz? Hiç şüphesiz hayır. Farabi’nin “erdemsiz şehir” tasniflerinden “Hâkimiyet Şehrine” çok benzeyen Moskova, gücün arkasında bir felsefe olmadan aslında bir hiç olduğunu anlaması lazım. Zira arkasında felsefesi olmayan ve adil bir düzen vaat etmeyen her güç aslında güçsüzlükten başka bir şey değildir.
Comments