top of page

Eli Olan Öküzler: Spinoza,İbn-i Arabi ve İbn-i Sina

Bilim adamlarının felsefe ve filozoflardan konu açıldığında; “filanca filozofun tanrı hakkında ta o zamandan bunları tespit etmesi takdire şayan” gibi ifadeler kullanması bu meyanda komik hem de çok komik kaçmaktadır. Aklın kaideleri dün aynıydı, bugün de aynı yarında aynı olacaktır. Zaruretleri ve imkansızları bugün tespit edemeyenler bilgi eksikliğinden değil akıllarını kullanmadıklarından, akılları hakikate kaçmasın diye bekçilik yaptıklarından hakikati bulamazlar.


Akıl En Büyük Peygamberdir
Eli Olan Öküzler: Spinoza,İbn-i Arabi ve İbn-i Sina

Modern insan tam anlamıyla akılsız… Zira hakikatin bilgisine zamanla ulaşacağını zanneder. Teknik gelişmeleri ve bilimi hakikatin anahtarı zanneder hem de son derece kibirli bir duruşla. Hâlbuki bilimsel kanıt; bilimsel yöntemlerle elde edilmiş gözlem ve deneye dayanan bir bilgidir ki ilgi sahası mümkünleri aşamaz. Mümkünleri ve asla zorunlu ve imkânsızı tespit edemez. Bulduğu her şey tecrübi zorunluluk içerisine girer asla akli zaruretin içerisine dâhil edilemez. Kısaca modern insan, hem yapısal olarak cahil hem de son derece akılsız.



Deney ve gözlem ile elde ettiğiniz herhangi bir bilgi mümkünlerin bilgisidir ve asla akli zaruret seviyesine çıkamaz. Eğer deneysel sonuçların akli zorunluluk seviyesine çıkması mümkün olsaydı bu bilgiyi elde edebilmek için deneyede ihtiyaç yoktu. Akli bilgi sabittir ve asla yanlışlanamaz. Deney ve gözlem mesela şu an karşımdaki ağacın içindeki işlevi gösterir, realiteyi ayağıma getirir. Yani deney ve gözlemin görevi vakıayı tespit etmekten ibarettir. Vakıaların hiçbiri “yeteri kadar tekrarı” olsa bile asla tecrübi zaruretten akli zaruret kısmına yükselemez. Akli zarureti yani mutlak hakikati tespit etmek için ise akıl yeterlidir. Yeterki aklı kendi haline bırakın. Bu sebeple akıllı olduğu halde hakikate ulaşmayan insan, “akılsızlıktan” değil kibir, artniyet gibi unsurlardan dolayı hakikati reddeder. Bilim adamlarının felsefe ve filozoflardan konu açıldığında; “filanca filozofun tanrı hakkında ta o zamandan bunları tespit etmesi takdire şayan” gibi ifadeler kullanması bu meyanda komik hem de çok komik kaçmaktadır. Aklın kaideleri dün aynıydı, bugün de aynı yarında aynı olacaktır. Zaruretleri ve imkansızları bugün tespit edemeyenler bilgi eksikliğinden değil akıllarını kullanmadıklarından, akılları hakikate kaçmasın diye bekçilik yaptıklarından hakikati bulamazlar.



Şimdi gelelim “eli olan öküz” Spinoza’ya… Neden öküz… Meşhur sözdür; “eğer bir tanrı, öküzü eli olan resim yapabilen birisi olarak yaratsaydı… Öküz, muhakkak kendisine benzer bir tanrı resmi çizerdi.” Öküz bu, mazur çünkü aklı yok. Ya Spinoza’ya ne oluyor? Şöyle der mealen kendisi; “Var olanlar varsa onu var edenler de olmalı. Lakin bu tanrı ise, tanrı yaratıcıdır. Yaratıcılık onun özünde olduğuna göre tanrı yaratmaya mecbur. O, ezelde yaratıcı ise onun için yaratma bir tercih değil zorunluluk. Öyleyse tanrıyı yaratıklarından ayrı düşünmek mümkün değil. Bu sebeple tanrı varsa bu evrenin kendisidir. Alemdir… Kainattaki hiçbir şeyin özgür iradesi yoktur. Gördüğümüz tanrı mekaniktir.” Bu öküzden yıllar önce bir başka öküz olan İbn-i Arabi’de her şeyin Allah olduğunu zırvalıyor benzer bir metotla. Öküzler birbirini takip eder İbn-i Sina’da aynı yolun yolcusu. İbn-i Teymiyye’de göktanrısına alemden bir mekan tayin ederek alem-ilah varlığına kesin bir çizgi çizmeyerek öküzlerin içeriside… Öküzler anlamaz. Onlarda akıl yok, duygularla düşünebileceklerini zannediyorlar.

Spinoza mantık labirentine şunları söyleyerek başlıyor: “Var olduğuma göre beni yaratan birisi vardır. Bu ise yaratıcıdır. Yaratıcılık onun özünde olduğuna göre tanrı yaratmaya mecbur. Öyleyse tanrıyı yaratıklarından ayrı düşünmek mümkün değil. Bu sebeple tanrı varsa bu evrenin kendisidir.“ Öncelikle “yaratmaya mecbur” ibaresini değerlendirelim. Ben beni yaratanı kabul ediyorsam zaten O’nun yaratıcılığını tasdik etmiş oluyorum. Lakin illa da beni yaratmasını kabul diye bir tasdik yok burada. İsteseydi beni yaratmazdı zira şu vakitte değilde bu vakitte yaratması bile bir tercih sonucudur. Ayrıca beni yaratmasaydı benim yaratıcı diye bir kabulümden bile söz etmek mümkün değildi. Beni yaratmaya mecbur gördüğüm varlığın yine beni öldürmeye hatta yok etmeye mecbur olduğunu kabul etmem gerekir ki bu bile beni yaratmaya mecbur olmadığının alameti. Ayrıca bizzat yaratma kavramını zamanın parantezine almak kendi içinde çelişki oluşturur. Yaratmak, yoktan var etmek ise (ki öyledir) onu zaman parantezine almak ve yaratan ile yaratan arasına kesin bir hat çizmemek akla aykırı olur. Kaldı ki ezeli olan yaratıcı için değişim mümkün değilken yaratılan varlıklara onlardaki değişimi görmesine rağmen ezeli sıfatını vermek bırakın aklı, gördüğümüz şeylere, vicdanımıza, duyularımızın tamamına yapılan bir ihanettir. İşte öküz ile Spinoza, İbn-i Sina, İbn-i Arabi gibi geri zekalıların ayrılma noktası. Öküz bile bunlardan daha aptal olamaz.



Mümkün varlıklar kısaca alem ve alemin üzerindeki hiçbir yasa ezeli olamaz. Çünkü hepsi için bir başlangıçtan söz edebiliyoruz. Kaldı ki hepsi bir zaman çizgisinde ileriliyor. İlah ise yapısal olarak ezelidir. Öyleyse kelimenin tam anlamıyla ben ayrı ilah ayrı… O’nun yaratması ezeli ama benim varlığım başlangıçlı… Kısaca Ben’ benim, O, O’dur… Meselenin diğer yönü de şu. Yaratma kavramı bile yapısal olarak bir zamanın içerisinde değerlendirilemez. Yaratıcı ve yaratma kavramı ezeli olmak zorundadır. Spinoza, alemin yapısı üzerinde düşünseydi mümkünlerin var edilmesi için zorunlu varlığın olması gerektiğini aklen tabi olarak bilirdi. Burada Spinoza; mümkünü ilah, ilahı mümkün görerek aslında yaratıcının elinden yaratıcılık kudretini de almaktadır. Bu noktada Spinoza, İbn-i Sina ve İbn-i Arabi gibi isimlerin bir tanrı anlayışına sahip olmadıklarını da söylemek zorundayım.



Sanıldığının aksine filozofların birçoğu aklın ne işe yaradığı konusunda mutabık değiller. Onlara göre “akıl ya nihilizme sebep olur veya ateizme. İman ise aklını bir kenara bırakanların, sezgilerinin ve kalbinin sesini dinleyenlerin yoludur. Çünkü akıl, metafizik hususunda hüküm veremez. Metafizik hakkında hüküm verecek olan akıl en fazla gördüğü alemin tanrı olduğunu söyleyebilir. Var olan ve var olanın bir mekaniği mevcut ise bütün bir aleme tanrının parçası demek mümkün.” Aralarında ton farklılığı olsa da İbn-i Arabi, İbn-i Sina ve Spinoza gibi filozoflar bu görüştedir. Bu görüşe yakından bakılırsa görüşün akıl ile değil duyularla ulaşılan bilgilerin akli kılıfa geçirildiği kolaylıkla görülebilir. Zeka seviyesi bir öküz seviyesine bile ulaşamayan bu isimlere eli olan öküz demek en doğrusu…



Nihilistlere göre akıl tanrıyı bulamaz. Onlar; “akıl ancak kendi ilkeleriyle bulduğu kendi yarattığı şeyi bulur. Bir şeyin kendi ürettiği şeyi bulması ise esasen bir şey bulmak değil aslında uydurmaktır. Dolaysıyla aklın yolu ile giderseniz aklın hapishanesine mahkumsunuzdur ve Nihilizm kaçınılmaz sondur. Akıllı olanlar Nihilist olurlar. Akıldan ayrı bir tanrıya inanmak ancak aklı bırakarak mümkündür” tekerlemesini mırıldarlar. Oysa akıl, zorunluluk ve imkansızlık bilgisine sahip olmanın adıdır. Mümkün bir varlık olan aklın, mutlak zorunluluk ve mutlak imkansızlık bilgisi objektif, kesin, mükemmel bir bilgidir. Hayalden farkı kesinliğidir ve asla değişmezliğidir. Aklın bilgisi gerçekten bulmaktır asla uydurmak olamaz. Zorunlulukları mümkün varlık olmasına rağmen aklın bulabilmesi ve bu bilginin asla yanlışlanaması aklın verilen bir güç olduğu hatta zorunlu varlık tarafından verilen bir güç olduğunu ortaya koyar. Bu sebeple aklın kaideleri asla yanılmaz. Mesela küçükten büyük çıkmaz, bir şey aynı anda hem var hem yok olmaz gibi akli kaideler kesinlikle doğrudur ve asla yanlışlanamaz. Kaldı ki eğer akıl olmasa idi bizzat duyu organlarıyla algıladığımız madde ve bileşenleri arasında uyumu bile anlayamazdık. Mesela su... Su, hidrojen ve oksijenden oluşur. Akıl olmasaydı suyu su olarak bilir oksijeni ise sadece oksijen. Yani duyusal olanı bile anlamamız mümkün olmazdı. Hiçbir şey hakkında şu, şundan var olmuştur diyemezdik. Öyleyse akıl, öncelikle sebeplerin sebebini bulmak içindir. Bu noktada sebeplerin sonsuz olması mümkün değildir. Öyle olsa idi birincisi geçmişe yönelik sonsuz sebeplilik ilişkisi bugün olan sebep ve varlıkların imkânsızlığını gündeme getirecekti. İkincisi ise sonsuz sebeplilik zinciri saçmalığa sebep olacaktı. Zira bu noktada aslında sebep yok hükmüne varmış olacaktık. Öyleyse akıl; Zorunlukların zorunlu, imkânsızların ise imkânsız olduğunu bilen tabi güçtür. Akıl, metafizik alanını bilmek için vardır ve metafizik alanında verdiği hüküm mutlak doğrudur. Spinoza, İbn-i Arabî ve İbn-i Sina gibi öküzler, duyusal âlemin sınırlarına geçecek akli melekeye sahip olmadıklarından onlarda Tanrı kelimesi yaratıcı değil en nihayetinde âlemin parçasıdır. Bunun aksine Nihilistler, biraz önce ismini saydığım öküzlerin saçma teorilerini anlayarak nihilist olmaya karar vermişler ve tamamen aklı iptal etmenin yolunu seçmişlerdir.



bottom of page