top of page

Aklın Evrimi ve Dücane Cündioğlu

  • Yazarın fotoğrafı: okukitap.net
    okukitap.net
  • 17 Eyl 2023
  • 5 dakikada okunur

Kısaca karşımızda akılsız, askerlikten anlamaz, edebiyatı sıfır ama gevezelikte yüz alan bir insansı var. Akılsız insanlarla tartışamazsınız; sizi çektiği alan tam anlamıyla deliliktir. Laf cambazlarıdır bunlar, onları yenemezsiniz, sadece ifşa edersiniz.




Akıl En Büyük Peygamberdir
Aklın Evrimi ve Dücane Cündioğlu

“Bir kişinin zorunlu varlık olan yaratıcıya inanması için herhangi bir öğreticiye ihtiyacı var mıdır?” Eğer bu konuda bir öğreticiye ihtiyaç olsaydı bu sefer bu öğreticinin anlattığını anlamak için de bir öğreticiye ihtiyaç olmalı diyebilir ve bunu sonsuza kadar uzatabilirdik. Bu durum ise insandaki temel bilgi edinme yeteneğinin yani aklın inkârına vesile olur. Çünkü akıl, zorunlukları ve imkânsızları “tabi” olarak bilen güçtür.

İnternette yer alan bir videoda Dücane Cündioğlu, aklın mahiyetini anlamadan; “İyi ama hayatları boyunca düşünmeyen birçok kimse Allah’a (zorunlu varlığa) inanmakta ve bu imanları hiç sarsılmamaktadır” diyerek, Allah’a inanan kimselerin düşünmeden inandıklarını iddia etmekte. Oysa düşünmeden yani akıl etmeden Allah’a inanamazsınız. Akıl açısından zorunlukların bilgisi tabi bir bilgidir ve siz bu bilgiyi ancak bir inatla inkâr edebilirsiniz. İşte bu sebeple İslam taklidi imanı tasvip etmese de geçerli kabul etmiştir. Akıllı olduğu halde zorunlu varlığı kabul etmeyenler, aslen akli kaideleri inkâr etmiş olurlar. Dücane, gevezelik yapmakta; aklını kullanmayıp çenesini çalıştırmaktadır.

Dücane aklı ve fonksiyonlarını anlamadığı için dinin, ibadetler ilgili hükümlerinin düşünmeyi engellemek için uydurulduğunu iddia ediyor: “Toplum olmanın en iyi yanı düşünmemektir. İbadetler, düşünmeyi engellemek için vardır. Düşünmek toplumsallık duygusuna zarar veren bir virüstür.” Dücane’nin bir ailesi varsa (toplumsallık) demek ki ailesiyle düşünmeden yani bir hayvan gibi bir arada geliyor. Askerlikten örnek veriyor: “Askerlikte düşünmezsiniz zira düşünürseniz itaat edemezsiniz.” Oysa askeri itaat “şuurlu itaattir.” Aksi halde hayvanlarla girdiğiniz hiçbir savaşı kazanamazsınız. Sanki edebiyattan anlarmış gibi şunu da söylüyor Dücane; “şiir düşünmeye engeldir, düşünmenin aracı nesirdir.” Buradaki gönderme “işittik ve itaat ettik” diyen ayetler. Kısaca karşımızda akılsız, askerlikten anlamaz, edebiyatı sıfır ama gevezelikte yüz alan bir insansı var. Akılsız insanlarla tartışamazsınız; sizi çektiği alan tam anlamıyla deliliktir. Laf cambazlarıdır bunlar, onları yenemezsiniz, sadece ifşa edersiniz.


“Düşünmek için düşünmek” önermesine bayılıyor. Realite ve hakikatle “bağı” kesilen düşüncenin girdap oluşturacağının farkında değil ve daha önemlisi düşünmenin daha aşkın şeylere ulaşmanın merdiveni olduğundan habersiz. İçine düştüğü irin dolu kuyudan çıkmaya niyeti yok; kısır mantık kurgularıyla “kendi bokuyla oynamaya” bayılıyor. Artık her şey mümkün, her şey imkânsız, her şey var, hiçbir şey yok. Bir kere akıl yürütmenin neticelerinden kaçarsanız sonuç belli: Delilik. Zira akıl sözcükte “bağlamak” anlamına gelir. Buna da itiraz ediyor: “Aklımı bir yere bağlamam” havasında. “Korkma kuzum. Aklını bir yere bağlamıyorsun, aklına bağlanıyorsun.” Akla bağlanmazsanız; sürekli değişen duyguların içerisinde bir o yana bir bu yana savrulursun. Zorunlukları ve imkânsızları tabi olarak bilen akla bağlanmanız akli bir gereklilik. Çünkü zorunluluk ve imkânsızlık bağlanmanın son noktasıdır. Akla bağlanmamanız akılsızlığa demir atmanıza vesile olur.


Dücane 4 saat süren gevezeliğinde “Allah’ın hikmetinden sual olmaz” hakikatine de saldırmayı maharet zannediyor. Oysa hikmet, Allah’tan ayrı bir şey değildir; Allah zatıyla hikmet sahibidir. Akıl, zorunlu varlığı bilince zorunluluk duvarını aşmaya çalışanlar akıllarını kaybederler. “Neredeyi yaratana nerede diye sorulmaz, nasılı yaratana da nasıl diye sorulmaz.“ Allah’ın hikmetinden sual edenler her zaman kaybederler. Dücane’nin safsata hocası şeytandan örnek verelim. Allah’ın “Âdem’e secde et” emrine “beni ateşten O’nu topraktan yarattın ben O’ndan üstünüm” diye cevap vermişti, İblis. Toprağı bilmez, ateşi bilmez ama havai. Makamını kaybetti; yeni vazifesi tıpkı Dücane gibi insanları aldatmak. Sonra… Sonrası ebedi cehennem. Kayıp üstüne kayıp.


Cündioğlu “Us’un evrimi” başlığı altında aklın evrimini gündeme getiriyor ve “ilkel insan” kavramını pazarlıyor. Aklın ortaya çıkması için de iki unsurdan bahsediyor: Paranın ve yazının bulunması.


Dünyadaki bütün hukuk sistemleri, devletler, dinler, sosyal sistemler aklın sorumluluk gerektirdiğini kabulü üzere bina edilmiştir. Bu sorumluluk ise mükemmel ve tüm insanlar için eşit olarak kabul görmüştür. Yine tüm hukuk sistemleri, devletler, dinler ve sosyal sistemler aklı olmayanın sorumlu olmayacağı konusunda da ittifak etmişlerdir. Dolaysıyla akıl, kişiyi bağlayıcıdır. Aklın mutlak bağlayıcı olabilmesi için artıp eksilmemesi, kendinden mükemmel olması, verdiği hükümlerin doğruluğunun tartışılamaması şart. Biraz akıl diye bir kavram, aklın bağlayıcılığı açısından anlamsız. Kişiden kişiye değişen bir akıldan bahsediyorsak objektif hukuki bir nizam kurmamız mümkün değil.


Parası arttıkça aklının arttığını zanneden insandan daha zavallısı olabilir mi? Masal anlatıyor, buz gibi yalan söylüyor, bilgiçlik edasıyla düşünen hayvan rolü ile kimliğini gizliyor. Aklın ihtişamıyla bakarak O’nun sonsuz akılsız olduğu tabi olarak biliyoruz. Akıl mükemmel değilse hiçbir algımıza güvenmememiz şart. Meseleye bu açıdan bakınca evrim teorisinden bahseden insanlar en azından mantıki tutarlılık açısından "bizim söylediğimiz hiçbir şeyin doğruluğu kanıtlanamaz. Biz hikâye okuyoruz. Söylemlerimiz saçma sapan" diyebilmeliler.


Aklınızı bir kenara bırakırsanız; mümkünlerden zorunluklar inşa edersiniz. Duyguların seyyal haline kapılır, aforizmaların büyüsüne aldanır, gündelik hayatın cenderesinde ezilir, oradan oraya savrulurken köksüz dallara tutunur, denize düşer yılana sarılır, istikrar için onu bunu putlaştırır, varlığının bile farkına varmaz, hayvan taklidi yaparak mutlu olacağını zanneder, daralır kalbi her şey seraba döner, mantık oyunlarıyla hakikat ve realiteyle çatışan kurgular kurar, düşünüyorum pozları verir, kendi mağarasını hakikat zannederken tam o anda ölüm gelir ve her şeyi paramparça eder. Kur’an okumadan önce şeytandan Allah’a sığınırız ya işte o şeytanlardan biridir: Dücane.


“Düşünce varsa inanç yoktur, inanç varsa düşünce yoktur” safsatasına kendini kaptıran Dücane; “Allah’ın neden akıl sıfatı yok” sorusunu sorarak bir şeyler bulduğunu zannediyor. Akıl kelimesinin Kur’an tarafından bilinmediğini O’nun gündeme getirdiği “akıl yürütme” eyleminin yüce bir eylem olmadığını esas yüceliğin düşünme için düşünme olduğunu iddia ederek her türlü saçma soru ve tespitleri yapmanın akli özgürlük olduğunu zannediyor. Zımnen; “Beni aklın ulaştırdığı zorunlu neticeler bağlamaz. Ben âlemin bir başlangıcı olduğunu tespit edersem bu tespitin doğal sonucu olan âlem yaratılmıştır sonucu beni ilgilendirmez” diyor. İşte bu muhteşem akılsızlık. Oysa inanç, aklını özgür bırakan kimsenin ulaştığı kat’i neticedir. Akla bakışı nihilist ve aklı hakikate kaçmasın diye ona bekçilik yapıyor. “Düşünce için düşünce” eyleminin fonksiyonel bir anlamı yok dahası bu eylem sahtekârlık denizinde yüzmektir. Kendisini bir TV programında dinlemiştim… Bir zamanlar tefsir dersi yapıyormuş ve o zamanlar tıpkı bugün gibi cehennemin ebediliğine inanmıyormuş ama sırf tepki çekmemek için bu fikirlerini söylemiyormuş. Bu cümlelerin sahibinin aklını bir kenara bırakın ahlakının olduğunu söylemek bile mümkün değil. Kim bilir şimdi de neleri inanmadan dile getiriyor. Zaten inançsız olmakla gurur duyan bir kimseden ne beklersiniz?


İnanan insanın düşünceyle işi olmaz havasında. Oysa aklını serbest bırakan bir kimsenin düşünceyi dondurması mümkün müdür? Aklın ulaştığı neticelere iman etmenin adıdır inanç. Aklın seni ilettiği yer kesinlik ifade eder ve bu yüzden aklın ile inanmazsan aslında inanmıyorsun demektir. Akıl ölçü olmazsa göklere çıksan hatta cennet ve cehennemi bile görsen “gözlerim büyülendi” dersin, diyebilirsin. Duygularınla düşünemezsin ve inanamazsın. Dücane; “aklım yanlışlıkla hakikate kaçmasın” diye kendisine boş meseleler icat eden birisinden fazlası değil.


Yalanın da bini bir para. “İslam’dan dönen kimsenin İslam’a göre ailesiyle birlikte yok edileceği” yalanını yüzü kızarmadan söylüyor. Oysa İslam’da suçun şahsiliği esastır. Ahlak gerçekten eksi 10. İnanmadığı cennet hakkında da ahkâm kesiyor. Zira cennette akli mükâfat yok iddiasında. Oysa cennet, aklın zorunluluk altında ezilmediği bir yer. Muhteşem bir irade ve benlik yeridir orası. Mesela cennete olan kimseler cehenneme girecek olan Dücane’ye ateşler içerisinde iken bakacak; kahkahalar atacak, O’nun ebediyyen susuz kalmasına asla üzülmeyecek. Zira akıl, Dücane’nin ebedi cehennemi hak ettiğini kat’i olarak bilecek. Ayrıca müslümanlar, cennette Allah’ı da görecekler ki akli lezzetin zirvesi de budur. İbn-i Abidin şöyle demektedir: “Cennette dünyada da var olan iki ibadet devam edecek: İman ve Nikâh.” İman, cennetteki akli lezzetlere işaret eder ve nikâh da cismani lezzetlere hitap eder. Cismani lezzetleri de küçümseyenler akıllarını kaybetmişlerdir.


Dücane’nin Allah’a akıl sıfatı verme cüretine gelince… Allah, kendi kitabında kendisini "Rabb'ül âlemin" diye nitelendiriyor. "Âlem" kelimesi akıllı varlıkları ifade ettiğine göre "Rabb'ül Âlemin" kelimesi, "Allah, akıllı varlıkların efendisidir" anlamına gelir. Allah, aklı yaratandır ve aklın üstündedir. İnsan, akıl yürütme ile hakikate ulaşır. Ya Allah... Hakk'ın kendisi olan Allah, akıl ile mi hakikate ulaşacak... Dücane'yi ciddiye almaya gerek yok. Zırvanın tevili olmaz.


Şeytan’dan niçin Allah’a sığınıyoruz. Şeytanın tuzakları çok mu güçlü? Mantık tuzakları çok mu girift. Elbette hayır. Aksine şeytan mantıksızlıkla saldırır. Bu yüzden onunla uğraşamazsınız. Tek çareniz mevcut: O’ndan Allah’a sığınmak. Dücane ile uğraşamazsınız, zırvaları tevil edemezsiniz.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page