Aşka Övgü...
Leyla ölüm döşeğinde... Annesini çağırır, ağzına: "Ey anam.... Ben ruhumu teslim ettiğimde derhal çöllere düş... Mecnun'ıu orada bulursan de ki: "Mecnun artık çöllerde kahrolma. Leyla'n kavuşmak isteyenlerin önüne geçilmeyen, geçilemeyen diyara göç etti. Sabırsızlıkla seni orada beklemekte. Bekletme Leyla'yı artık. Bir an önce yola çık."

"Hayat kısa, aşk geçici, ölüm kesin..." Hiç de değil. Hayat ebedi, aşk daimi, ölüm ise asla kesin değil. Elbette "kimi seversen sev, sonunda ondan ayrılacaksın" lakin bu ayrılık geçici, daimi olan aşk. Leyla, ölüm döşeğinde iken anasının kulaklarını çağırır ağzına; "Anam, ben ruhumu teslim etmek üzereyim. Ruhumu teslim ettiğimde derhal çöllere düş Mecnun'u bul ve de ki: "Mecnun artık çöllerde kaybolma. Leyla'n kavuşmak isteyenlerin önüne geçilmeyen, geçilemeyen diyara gitti. Sabırsızlıkla seni orada beklemekte. Artık ayrılık yok, vuslat ebedi. Leyla'nı bekletme..." Ölüm dahi içinde hayatın olduğu, iradenin bulunduğu mahlûk. Yer değiştirme, geçici durak. Ölüm var, ayrılacağım diye aşktan korkma...
Sen aşksın; aşk sen ve aşk için varsın…
Leyla’yı hatırla. O, doğduğunda bebeklerle oynamaya başladı. Biraz büyüdü evcilik oyununa daldı. Sonra aile hayali kurdu. Beyaz atlı prensi bekledi çoğu. Doğduğu evden kopup kendi evinin sultanı olmak istedi.
Mecnun’u da hatırla. Önceleri maceralı oyunlar oynadı. Duvarlara tırmanmaya çalıştı. Yaşı ilerleyince baba parası ağır gelmeye başladı para kazanma mücadelesine girişti. Zengin olma hayalleri kurdu. Sürekli mücadele etmeye çalıştı ki evini bekleyen Leyla’yı muhafaza edebilsin. Hatırlasana Mecnun’u bebek iken bile gözü kara idi… Her şey aşk içindi… Aşka hazırlanmak içindi.
Aşk yere yapışan insana, göklere çıkma fırsatı.
Tek nefisten yaratıldı insan ve ondan da eşi. İşte bu yüzden kayıp parçasını arar insan… Arayış içerisinde iken de yalnızdır, naçardır, mahzundur… Issızda bunalan kişi, ruhunu ısıtacak, gönlünü yatıştıracak eşini bulmak için çöllere düşer, dağları deler… Çöllere düştüğü için yüksünmez… Dağları delmek ona ağır gelmez. Sonuna kadar haklı da. Haklı çünkü parçası olmayan divane nasıl huzur bulabilir?
İmam Maturidi, “insan için sakat kalmak veya bir uzvunu kaybetmek ölüm kadar acı verir” tespitini yaptıktan sonra “birçok insanın, uzuvsuz yaşamaktansa ölümü tercih” edeceğini söyler. Ya bizzat insanın kendisi eksikse? Bu insanın yaşadığından dem vurmak bile abes.
Sevgi çatıdır, çatıların çatısıdır; iki seveni birleştiren köşktür, samanlığı seyran eden bu saray yer ile göğün muhabbetle birleşmesinden oluşmuştur. Burada cinsel ilişki bir detay değil, mukaddes. Zaten aile içi cinsel sorunların çoğu, çok insanın sandığının aksine sevgi eksikliğinden meydana gelir.
“Kadınlar tarlalarınızdır” hakikatine burun kıvırır nefret abideleri ve feminist sürüngenler. Oysa erkek göktür, prenses de yer. Gökten düşenleri toprak alır büyütür. Sema (gök) seyyaldir, evine bakmak için bulutlar gibi süzülür, şimşekler gibi parıldar, yıldırım gibi çarpar. Toprak göğü bekler evinde, yerine yurduna sadıktır; çünkü toprak beklemeseydi göğü; olmazdı çiçekler ve ormanlar. Evet, gece ve gündüz gibidir karı ile koca; biri diğerinin peşindedir; biri olmazsa diğeri de olmaz. Olsa da tat, tuz vermezdi.
Leyla ölüm döşeğinde... Annesini çağırır, ağzına: "Ey anam.... Ben ruhumu teslim ettiğimde derhal çöllere düş... Mecnun'ıu orada bulursan de ki: "Mecnun artık çöllerde kahrolma. Leyla'n kavuşmak isteyenlerin önüne geçilmeyen, geçilemeyen diyara göç etti. Sabırsızlıkla seni orada beklemekte. Bekletme Leyla'yı artık. Bir an önce yola çık." Mecnun'a iyi haber mi kötü haber mi bilinmez Leyla'nın ölüm haberi geldiğinde.... Bir "ah" çekti. Dağlar un ufak oldu, denizler dalgalandı, bulutlar etrafa saçıldı. Ancak; "Beni Leyla'nın mezarına götürün" diyebildi. Mezar başına gelince dizinin dermanı kalmadı, oraya yığıldı; toprağı başına serpti. Kanlı gözyaşlarıyla toprağı suladı; bir "oh" çekip ruhunu oracıkta teslim etti.
Aşk, dünyanın dışından ilahi bir nefes. Geçmişi Kalü Bela’ya dayanan bir soluk. Mantık kurgularını parçalar, zaman hapishanesine takılmaz, Bu sebeple aşk, determinist olmadığından seküler (laik) insanlar anlamaz aşktan meşkten. Gönülden gönüle akan bir haldir aşk. Sonsuz bir tasdik olduğundan aşkın yerleşim yeri kalptir. Bir ömrü aşmayan sevdaya aşk denmez, denemez. İşte bu yüzden laik insan kendini aldatarak; “aşk için ölmeli aşk o zaman aşk” diye mırıldanır oysa dünyaya hapsedilemez aşk; küçük hesaplara sığmaz, flört bataklığına düşmez. Düşmez sonsuz tasdik olan aşk, zirvelerin adayıdır; hukuki sınırlara tabi olmayan aşk, zirvelerden çukurlara düşer.
Düşmez çünkü flört eden Leyla, bilinçaltında Mecnun’a karşı; “beni sevseydi, bana sahip çıkar ve asla gönül eğlendirmezdi” der ve kalbi hızla kendi farkına varmasa da Mecnun’dan uzaklaşır. Mecnun ise; “Leyla benimle flört ettiğine göre başkalarıyla da flört edebilir” diyerek Leyla’nın kadrini düşürür ve aşkını heba eder. Nihayet kavuşmalar ve ayrılmalar basitleşir; her daim yeni maceralar aranır ve her yaklaşma uzaklaşmaya vesile olur. Oysa aşk ve devamındaki nikâh; bir ömre hatta dünyaya bile sığmaz. O, ebedi âleme beraber yolculuk…
Aşk bir ömre sığmaz… Karı ve koca. Sonra çocuklar… Ve sonra çocukların çocukları… Ve sonra onların da çocukları. Bir ömre sığmayan birlikteliktir aşk.